Sıra geldi İngiltere’ye gideceklere yemeden içmeden sakın ölme diyeceğimiz , gönüllerimizde taht kurmuş sıcacık bir mekan olan The Swan Pub’a.
Burası Hyde Park ile Kensington Gardens’ın tam birleştiği noktada , her iki parkada bakan 2 katlı eski bir İngiliz pub klasiği. 17. yüzyılda yine aynı yerde kurulmuş ve Marble Arch’ta asılacak olan mahkumların son içkilerini yudumladıkları yer olarak isim yapmış.
Biz eşimle havanın sıcaklığından da yararlanarak dışarıdaki banklarda biralarımızı yudumlamayı tercih ettik. İngiliz pubları çok eğlenceli ve çok rahat. Gidip bardan biranızı alıyorsunuz , yemek istiyorsanız siparişinizi verip masanızda bekliyorsunuz. Herkes yan yana oturuyor ve sıcak bir atmosferde akşamı geçiriyorsunuz.
The Swan Fullers isimli İngiltere’nin en meşhur bağımsız bira üreticisine ait biraları satıyor. Biralar inanılmaz lezzetli , her daim buz gibi servis ediliyor ve orijinal bardaklarında veriliyor. Sıcak havada uzun bir yürüyüşün üzerine buz gibi bir bira yanına da patates kızartması ya da çerez enfes oluyor. Atıştırmalık olarak bunlar dışında tavuk kanat ve nachos da ideal alternatifler arasında.
Londra’ya gideceklerin mutlaka ama mutlaka uğraması gereken bir durak The Swan. Gidip bir bira için , tavsiyeyi veren şişmana da bir kadeh kaldırmayı ihmal etmeyin.
Afiyet Olsun. EAT RESPONSIBLY veya bu sefer DRINK RESPONSIBLY.
31 Mayıs 2010 Pazartesi
BEACH BLANKET BABYLON
20 Mayıs 2010 günü eşimle 4. evlilik yıldönümümüzü kutladık. Bu özel gün için Londra’da olmamızı da fırsat bilerek gitmeden önce romantik bir akşam yemeği için yer arayışına girdim. Nette bir süre arayıştan sonra önce yazılarımda bahsettiğim Portobello Market’a çok yakın ve romantik yemekler için ideal olan bu mekanı buldum.
20 Mayıs akşamı uzun süredir beklediğimiz akşam yemeği için Beach Blanket’in yolunu tuttuk. İçeriye girdiğimiz anda çok doğru bir seçim yaptığımızı anladık. İçerisi o kadar hoştu ki burada yemekler kötü çıksa bile umurumuzda olmaz diye hisseder olduk.
İçeriye girdiğinizde eski çağlardan kalma bir şatoya veya Peter Pan’ın gizli evine girmiş gibi hissediyorsunuz. Birbirine halatlarla bağlı farklı yemek salonları ve resimde görülen ana salondan oluşan masalsı bir yer burası. Londra’nın ünlü designerlarıyla çalışarak ortaya çıkartılmış bir proje.
Büyülenmiş bir şekilde masamıza oturup mönülerimizi elimize alıyoruz. Beach Blanket’in mönüsü oldukça sade , çok çeşitli yemek seçeneği bulunmuyor. Ben bir kuzu eti seçiyorum , eşim hamburger tabağı sipariş ediyor , bir de Fransız şarabı ısmarlıyoruz.
Yediğim et inanılmaz derecede lezzetliydi , altına yerleştirdikleri şarap sosu ile hazırlanan sebzeler ise tattığım en üst düzey lezzetlerden biriydi. Yanında şarapla birlikte gerçekten enfes bir akşam yemeği keyfi yaptım. Eşim ise seçtiği hamburger tabağından çok memnun kaldı , zaten İngiltere’de iyi et ve hamburger yapan yer sayısı çok , iyi et konusunu İngilizler çözmüş.
Bu büyülü atmosferi bu şehre eşiyle , sevgilisiyle gideceklere mutlaka ama mutlaka öneriyorum. Büyülü bir akşam yemeğinin şarapla birlikte fiyatı 80 - 100 Pound civarında. Mekanın bar bölümü akşamları oldukça popüler bir bar aynı zamanda. Gidenler geceye burada devam edebilir. Yerinin çok merkezi olması da ayrı bir avantaj. Gidecek olanlara şimdiden iyi eğlenceler.
Afiyet Olsun. EAT RESPONSIBLY.
20 Mayıs akşamı uzun süredir beklediğimiz akşam yemeği için Beach Blanket’in yolunu tuttuk. İçeriye girdiğimiz anda çok doğru bir seçim yaptığımızı anladık. İçerisi o kadar hoştu ki burada yemekler kötü çıksa bile umurumuzda olmaz diye hisseder olduk.
İçeriye girdiğinizde eski çağlardan kalma bir şatoya veya Peter Pan’ın gizli evine girmiş gibi hissediyorsunuz. Birbirine halatlarla bağlı farklı yemek salonları ve resimde görülen ana salondan oluşan masalsı bir yer burası. Londra’nın ünlü designerlarıyla çalışarak ortaya çıkartılmış bir proje.
Büyülenmiş bir şekilde masamıza oturup mönülerimizi elimize alıyoruz. Beach Blanket’in mönüsü oldukça sade , çok çeşitli yemek seçeneği bulunmuyor. Ben bir kuzu eti seçiyorum , eşim hamburger tabağı sipariş ediyor , bir de Fransız şarabı ısmarlıyoruz.
Yediğim et inanılmaz derecede lezzetliydi , altına yerleştirdikleri şarap sosu ile hazırlanan sebzeler ise tattığım en üst düzey lezzetlerden biriydi. Yanında şarapla birlikte gerçekten enfes bir akşam yemeği keyfi yaptım. Eşim ise seçtiği hamburger tabağından çok memnun kaldı , zaten İngiltere’de iyi et ve hamburger yapan yer sayısı çok , iyi et konusunu İngilizler çözmüş.
Bu büyülü atmosferi bu şehre eşiyle , sevgilisiyle gideceklere mutlaka ama mutlaka öneriyorum. Büyülü bir akşam yemeğinin şarapla birlikte fiyatı 80 - 100 Pound civarında. Mekanın bar bölümü akşamları oldukça popüler bir bar aynı zamanda. Gidenler geceye burada devam edebilir. Yerinin çok merkezi olması da ayrı bir avantaj. Gidecek olanlara şimdiden iyi eğlenceler.
Afiyet Olsun. EAT RESPONSIBLY.
Etiketler:
beach blanket babylon,
notting hill,
romatic dinner in london
27 Mayıs 2010 Perşembe
QUOD OXFORD
Tatilimizin bir gününü Oxford’a ayırdık , sebebi ise oğlumuzun göbeğini Oxford Üniversitesi’ne gömmekti. Göbek gömme merasimi filmlere konu olacak komiklikte tamamlanınca bu güzel ve şirin şehirde ağzımızın tadına uygun bir mekan aramaya koyulduk.
Oxford Türkiye’deki küçük şehirler gibi 1 ana cadde ve ona bağlanan yollardan oluşan minicik bir şehir , tabi ki İngiltere’nin en önemli 2 üniversitesindne birini barındırması bakımından çok önemli bir şehir.
Ana cadde üzerinde QUOD isimli bir brasserie gözümüze çarptı. Geçtiğimiz sene Michelin tarafından tavsiye edilenler listesine girmişler ; henüz yıldızları yok ama zaten yıldızlı olanlarda biz yiyemeyiz. Bu referansı da görünce denemeye karar veriyoruz.
İçeriye girdiğimizde mekan bizi kendine hayran bıraktı. Çok büyük bir bar ve etrafında rahat koltuklarla donatılmış oturma alanı. Arka tarafta ise yemyeşil bir bahçeye açılan açık alan. Hava şansımıza çok güzel olduğu için bu açık alanda oturmayı tercih ettik. Millet İstanbul’da yağmurla boğuşurken biz İngiltere’de güneş yanığı olduk , eşim 50 faktör kremle sokağa çıktı, şaka gibi bir tatil.
Öğle yemeklerinde genelde fiks menü uygulaması var , ama illa a la carte derseniz elbette ki o da mevcut. Ben set menü alıyorum. Önden bir kabak çorbası geliyor. Naneli olması ve et suyu harika bir tad katmş. Ancak çorba çok soğuk , bunun havayı hesaba katarak bilerek bu şekilde hazırlandığı belli ancak yine de bana fazla soğuk geliyor.
Ardından harika bir kuzu eti geliyor. İngiltere’de Yeni Zellanda kuzusu ile İskoç dana eti altı çizilerek belirtiliyor , anlayacağınız buranın kıvırcığı Yeni Zellanda . Güveçte domatesli kuzu eti yanında basmati pirinç ile pilav ; yanında dediysem karışık bir şekilde ve tadları birbirne geçmiş bir şekilde. Kuzu eti muhteşem adeta pamuk gibi ağızda dağılıyor , çok baskın olmayan hafif bir şarap tadı var ki lezzeti tamamlıyor. Pirinç ise pilav kadar güzel olmasa da çok güzel.
Finali tadına doyamadığım bir tramisu ile yapıyorum. İtalya dahil yediğim en iyi 3 tramisu arasına kafadan giriyor. Bu kadar güzelini İngiltere’de yiyeceğim aklıma gelmezdi.
Tüm bu yemek için ödenecek tutar 13 pound yani 30 liradan az. Yemeğimizi yedik oğlumuzun olumaya gelmesini umduğumuz şehire yavaş yavaş veda ediyoruz.
Afiyet Olsun. EAT RESPONSIBLY.
Oxford Türkiye’deki küçük şehirler gibi 1 ana cadde ve ona bağlanan yollardan oluşan minicik bir şehir , tabi ki İngiltere’nin en önemli 2 üniversitesindne birini barındırması bakımından çok önemli bir şehir.
Ana cadde üzerinde QUOD isimli bir brasserie gözümüze çarptı. Geçtiğimiz sene Michelin tarafından tavsiye edilenler listesine girmişler ; henüz yıldızları yok ama zaten yıldızlı olanlarda biz yiyemeyiz. Bu referansı da görünce denemeye karar veriyoruz.
İçeriye girdiğimizde mekan bizi kendine hayran bıraktı. Çok büyük bir bar ve etrafında rahat koltuklarla donatılmış oturma alanı. Arka tarafta ise yemyeşil bir bahçeye açılan açık alan. Hava şansımıza çok güzel olduğu için bu açık alanda oturmayı tercih ettik. Millet İstanbul’da yağmurla boğuşurken biz İngiltere’de güneş yanığı olduk , eşim 50 faktör kremle sokağa çıktı, şaka gibi bir tatil.
Öğle yemeklerinde genelde fiks menü uygulaması var , ama illa a la carte derseniz elbette ki o da mevcut. Ben set menü alıyorum. Önden bir kabak çorbası geliyor. Naneli olması ve et suyu harika bir tad katmş. Ancak çorba çok soğuk , bunun havayı hesaba katarak bilerek bu şekilde hazırlandığı belli ancak yine de bana fazla soğuk geliyor.
Ardından harika bir kuzu eti geliyor. İngiltere’de Yeni Zellanda kuzusu ile İskoç dana eti altı çizilerek belirtiliyor , anlayacağınız buranın kıvırcığı Yeni Zellanda . Güveçte domatesli kuzu eti yanında basmati pirinç ile pilav ; yanında dediysem karışık bir şekilde ve tadları birbirne geçmiş bir şekilde. Kuzu eti muhteşem adeta pamuk gibi ağızda dağılıyor , çok baskın olmayan hafif bir şarap tadı var ki lezzeti tamamlıyor. Pirinç ise pilav kadar güzel olmasa da çok güzel.
Finali tadına doyamadığım bir tramisu ile yapıyorum. İtalya dahil yediğim en iyi 3 tramisu arasına kafadan giriyor. Bu kadar güzelini İngiltere’de yiyeceğim aklıma gelmezdi.
Tüm bu yemek için ödenecek tutar 13 pound yani 30 liradan az. Yemeğimizi yedik oğlumuzun olumaya gelmesini umduğumuz şehire yavaş yavaş veda ediyoruz.
Afiyet Olsun. EAT RESPONSIBLY.
HARRODS
Başlığı görenlerin Londra’da lüks giyim markaları ile özdeşleşen bu alış veriş merkezinin bu blogda neden yer aldığını merak ettiğini biliyorum , ancak Harrods’ın yiyecek bölümü hayatımda gördüğüm en büyük şarküterilerden biriydi.
Harrods Londra’nın kalbinde çok katlı bir alış veriş efsanesi. İçeride aklınıza gelebilecek her ürün ve marka bulunuyor. Gözlerinizi yuvalarından çıkaracak fiyatlara satılan mücevherden 3 Pound vererek alabileceğiniz hediyeliklere kadar herşey var.
En alt katta da food hall bulunuyor ki özellikle şarküteri kısmı insanın iştahının tavana vurmasını sağlıyor. Akla gelen her mutfağa ait lezzetler bu şarküteride bulunuyor ; İspanya’dan tapas , Fransız başta olmak üzere çeşit çeşit peynirler , İtalyan domuz pastırmaları ve sucukları , suşiler , istridye ve midyeler , noodle çeşitleri , Yunan mezeleri , balıklar , Ayvalık yağına yaklaşamasa da dünyaca ünlü extra virgin zeytinyağları aklıma gelen yemek çeşitleri arasında ki bu saydıklarım sadece şarküteri kısmına ait , bunun dışında tatlı kısmı da var.
Harrods’da bizi en çok gururlandıran kısım ise tatlı bölümünde oldu. Dünyanın en ünlü marka çikolata ve şekerlemelerinin olduğu bölümde en büyük kısımlardan biri Turkish Delight olarak düzenlenmişti ve Divan’a ait birbirinden şık lokum kutuları bu bölümün hakkını veriyordu. Başlığın fotoğrafını bu nedenle lokumla yaptım.
Beni en çok üzen ise Türkiye’de üretilen zeytin , zeytinyağı , peynir , şarap gibi ürünlerin yurtdışında satılamaması. Yunan Feta peynirine on basacak Ezine peynirimiz , enfes Ayvalık zeytinyağlarımız ve zeytinlerimiz , üst düzey olmasa da belli bir kaliteyi artık yakalayan şaraplarımız neden ihraç edilemiyor? Market raflarında lokum gibi bu ürünleri de görmek için çok çalışmamız ve iyi tanıtım yapmamız gerekiyor zira mutfak kültürü günümüzde en fazla marka değeri yaratan tanıtım araçlarının başında geliyor ve büyük ekonomik değer yaratıyor.
Yolu Londra’ya düşenlere Harrods’a bir uğramalarını öneririm.
Afiyet Olsun. EAT RESPONSIBLY.
Harrods Londra’nın kalbinde çok katlı bir alış veriş efsanesi. İçeride aklınıza gelebilecek her ürün ve marka bulunuyor. Gözlerinizi yuvalarından çıkaracak fiyatlara satılan mücevherden 3 Pound vererek alabileceğiniz hediyeliklere kadar herşey var.
En alt katta da food hall bulunuyor ki özellikle şarküteri kısmı insanın iştahının tavana vurmasını sağlıyor. Akla gelen her mutfağa ait lezzetler bu şarküteride bulunuyor ; İspanya’dan tapas , Fransız başta olmak üzere çeşit çeşit peynirler , İtalyan domuz pastırmaları ve sucukları , suşiler , istridye ve midyeler , noodle çeşitleri , Yunan mezeleri , balıklar , Ayvalık yağına yaklaşamasa da dünyaca ünlü extra virgin zeytinyağları aklıma gelen yemek çeşitleri arasında ki bu saydıklarım sadece şarküteri kısmına ait , bunun dışında tatlı kısmı da var.
Harrods’da bizi en çok gururlandıran kısım ise tatlı bölümünde oldu. Dünyanın en ünlü marka çikolata ve şekerlemelerinin olduğu bölümde en büyük kısımlardan biri Turkish Delight olarak düzenlenmişti ve Divan’a ait birbirinden şık lokum kutuları bu bölümün hakkını veriyordu. Başlığın fotoğrafını bu nedenle lokumla yaptım.
Beni en çok üzen ise Türkiye’de üretilen zeytin , zeytinyağı , peynir , şarap gibi ürünlerin yurtdışında satılamaması. Yunan Feta peynirine on basacak Ezine peynirimiz , enfes Ayvalık zeytinyağlarımız ve zeytinlerimiz , üst düzey olmasa da belli bir kaliteyi artık yakalayan şaraplarımız neden ihraç edilemiyor? Market raflarında lokum gibi bu ürünleri de görmek için çok çalışmamız ve iyi tanıtım yapmamız gerekiyor zira mutfak kültürü günümüzde en fazla marka değeri yaratan tanıtım araçlarının başında geliyor ve büyük ekonomik değer yaratıyor.
Yolu Londra’ya düşenlere Harrods’a bir uğramalarını öneririm.
Afiyet Olsun. EAT RESPONSIBLY.
Etiketler:
harrods,
lokum,
londra,
turkish delight
25 Mayıs 2010 Salı
HARE & TORTOISE
Önceki yazımda noodle konusuna değineceğimi söylemiştim , işte size Londra’da kaçırmamanız gereken bir lezzet merkezi...
Hare & Tortoise kaldığımız otelin tam karşısında Kensington High Street üzerinde yaklaşık 10 masalık sushinoodle bar dedikleri türden bir mekan. Akşamları içerisi her an çok kalabalık ve servis çok hızlı. Oturur oturmaz elinize bir menü tutuşturuluyor ve 2 dakika içinde sipariş olayı bitmiş , içecekler gelmiş oluyor. Gecikirseniz asabi garson bayanların hışmına uğrayabilirsiniz zira servis ne kadar hızlı ise o kadar da suratsız ve sinirli.
Elbette ki Uzak Doğu mutfağına uzak bizler için seçim yapmak zordu ancak birkaç seçimden sonra damak tadımızı anladık ve noodle yemeklerinde karar kıldık. Uzak Doğu mutfağını sevenler için her türlü çeşitleri olduğunu belirtmek gerek ; sushi , rice , sashimi , noodles diye uzayıp giden bir listeleri var.
Biz tüm tatilimiz boyunca 3-4 kez ziyaret ettiğimiz restoranda rice , sushi ve noodle denedik, sake içtik , özel green tealerini denedik ve önerecek kadar beğendiğim yemekleri noodle oldu. Sade sevenler için chicken chow mein denen fazla sos içermeyen tavuklu noodle , daha karışık olsun soya sosuna bulansın iliklerime kadar Uzak Doğu’yu hissedeyim diyenlere chicken chilli & amp black beans önerilir. Yemekler olması gerektiği gibi sıcak sıcak servis ediliyor ve gerçekten çok lezzetli. İçinde hafif çiğ bırakılmış sebzeler , soya soslarının kalitesi ve müthiş güzel pişirilmiş tavuk parçaları ile her iki çeşit de enfes.
Bizim çok tutmadığımız ancak herkesin bayıla bayıla yediği pilav üstü ördeklerini de anlatmak gerek. Pilav dediysem bildiğimiz haşlanmış pirinç , üstüne de sosa bulanmış kızarmış ördek koyup getiriyorlar. En çok sipariş edilen yemeklerden olduğu için ben de bir akşam denedim ancak benim damak tadıma hiç uymadı , aynı akşam sushi de denedim ancak o konuya hiç girmiyorum bile. Sake ise bizim köpek öldüren cinsi şaraplarımıza benzeyen Japon pirinç şarabı , denemek size kalmış.
Mekanın en güzel tarafı hızlı servisi ve fiyatları . 5 – 6 pounda 2 kişiyi doyuracak büyüklükte kaselerde yemekler geliyor. 15 poundun altına 2 kişi tıka basa doyup kalkabiliyorsunuz. Olur da yolunuz düşerse girin ucuza çok lezzetli noodle deneyin , diğer çeşitlerine karışmam.
Afiyet Olsun. EAT RESPONSIBLY
Hare & Tortoise kaldığımız otelin tam karşısında Kensington High Street üzerinde yaklaşık 10 masalık sushinoodle bar dedikleri türden bir mekan. Akşamları içerisi her an çok kalabalık ve servis çok hızlı. Oturur oturmaz elinize bir menü tutuşturuluyor ve 2 dakika içinde sipariş olayı bitmiş , içecekler gelmiş oluyor. Gecikirseniz asabi garson bayanların hışmına uğrayabilirsiniz zira servis ne kadar hızlı ise o kadar da suratsız ve sinirli.
Elbette ki Uzak Doğu mutfağına uzak bizler için seçim yapmak zordu ancak birkaç seçimden sonra damak tadımızı anladık ve noodle yemeklerinde karar kıldık. Uzak Doğu mutfağını sevenler için her türlü çeşitleri olduğunu belirtmek gerek ; sushi , rice , sashimi , noodles diye uzayıp giden bir listeleri var.
Biz tüm tatilimiz boyunca 3-4 kez ziyaret ettiğimiz restoranda rice , sushi ve noodle denedik, sake içtik , özel green tealerini denedik ve önerecek kadar beğendiğim yemekleri noodle oldu. Sade sevenler için chicken chow mein denen fazla sos içermeyen tavuklu noodle , daha karışık olsun soya sosuna bulansın iliklerime kadar Uzak Doğu’yu hissedeyim diyenlere chicken chilli & amp black beans önerilir. Yemekler olması gerektiği gibi sıcak sıcak servis ediliyor ve gerçekten çok lezzetli. İçinde hafif çiğ bırakılmış sebzeler , soya soslarının kalitesi ve müthiş güzel pişirilmiş tavuk parçaları ile her iki çeşit de enfes.
Bizim çok tutmadığımız ancak herkesin bayıla bayıla yediği pilav üstü ördeklerini de anlatmak gerek. Pilav dediysem bildiğimiz haşlanmış pirinç , üstüne de sosa bulanmış kızarmış ördek koyup getiriyorlar. En çok sipariş edilen yemeklerden olduğu için ben de bir akşam denedim ancak benim damak tadıma hiç uymadı , aynı akşam sushi de denedim ancak o konuya hiç girmiyorum bile. Sake ise bizim köpek öldüren cinsi şaraplarımıza benzeyen Japon pirinç şarabı , denemek size kalmış.
Mekanın en güzel tarafı hızlı servisi ve fiyatları . 5 – 6 pounda 2 kişiyi doyuracak büyüklükte kaselerde yemekler geliyor. 15 poundun altına 2 kişi tıka basa doyup kalkabiliyorsunuz. Olur da yolunuz düşerse girin ucuza çok lezzetli noodle deneyin , diğer çeşitlerine karışmam.
Afiyet Olsun. EAT RESPONSIBLY
PORTOBELLO’DA PAELLA
9 günlük Londra seyahatinden döndük ve ayağımızın tozuyla orada neler yedik neler içtik yazmaya başlıyorum. Gerçi herkes yediğin içtiğin senin olsun sen gördüklerini anlat dese de yediklerimi duyunca fikrinizi değiştirebilirsiniz.
Londra’daki ilk günümüzde şehrin en büyük 2 bit pazarından biri olan Portobello Market’a gittik , diğer çarşı pazar meraklısı yüzlerce Türk ile beraber pazarda turlarken burnuma mis gibi sokak yemeği kokuları gelmeye başladı. O andan itibaren çarşı ziyareti yeme içme ziyaretine dönüştü.
Portobello’da her etnik mutfağın yemeğini bulmak mümkün zira her etnik kimlikten insan Cumartesi günü orada hazır bulunuyor. Benim hatırlayabildiğim yemek çeşitleri Ortadoğu’dan kebaplar , Thai – Çin’den noodles , Türk mutfağından gözleme , İtalyan mutfağından makarna ve pizza , Afrika mutfaklarından çeşitli et yemekleri , Fransız krepleri , İngilizlerin fish&chipsi , hamburger , hot dog , İspanya’dan paella. Bunları Portobello’da sokakta çarşıyı dolaşıtken yemek ise apayrı bir keyif.
Benim tüm bu yemekler içinde tercihim paella oldu , deniz ürünlerinin , kabukları pişerken açılmış midyelerin ve safranlı pilavın kokusu öyle cezbediciydi ki tüm sokağı sarmıştı. Dev sinilerde pişirilen paellalar geçen herkesin iştahını kabartmış olmalı ki önünde uzun kuyruklar oluşmuştu. Londra’da yediğim paella bana bu yemekle ilgili birşey de öğretti ; paella deniz ürünleriyle yapılmak zorunda değilmiş. Etli , sebzeli , tavuklu ve deniz mahsullü olmak üzere 4 ayrı çeşidi var. Ben elbette ki midye , kalamar , karides ve bol soğanla karıştırılmış deniz mahsüllü paella yedim. Lezzeti inanılmazdı , yapan kişi her gün tepsi tepsi paella yapmaktan artık işin üstadı olmuş , eşimle beraber yemeğin tadına doyamadık.
Oldukça büyük bir tabak paella için 6 Pound veriyoruz , tahta çatallarla pilavımızı yiye yiye çarşıda salınıyoruz , aklımda noodles var onu da sonraki yazıda anlatacağım. İngilizlerin mutfağı çok zayıf ancak Londra mutfağı çok zengin , Allahım yine kilo alacağım.
Afiyet Olsun. EAT RESPONSIBLY.
Londra’daki ilk günümüzde şehrin en büyük 2 bit pazarından biri olan Portobello Market’a gittik , diğer çarşı pazar meraklısı yüzlerce Türk ile beraber pazarda turlarken burnuma mis gibi sokak yemeği kokuları gelmeye başladı. O andan itibaren çarşı ziyareti yeme içme ziyaretine dönüştü.
Portobello’da her etnik mutfağın yemeğini bulmak mümkün zira her etnik kimlikten insan Cumartesi günü orada hazır bulunuyor. Benim hatırlayabildiğim yemek çeşitleri Ortadoğu’dan kebaplar , Thai – Çin’den noodles , Türk mutfağından gözleme , İtalyan mutfağından makarna ve pizza , Afrika mutfaklarından çeşitli et yemekleri , Fransız krepleri , İngilizlerin fish&chipsi , hamburger , hot dog , İspanya’dan paella. Bunları Portobello’da sokakta çarşıyı dolaşıtken yemek ise apayrı bir keyif.
Benim tüm bu yemekler içinde tercihim paella oldu , deniz ürünlerinin , kabukları pişerken açılmış midyelerin ve safranlı pilavın kokusu öyle cezbediciydi ki tüm sokağı sarmıştı. Dev sinilerde pişirilen paellalar geçen herkesin iştahını kabartmış olmalı ki önünde uzun kuyruklar oluşmuştu. Londra’da yediğim paella bana bu yemekle ilgili birşey de öğretti ; paella deniz ürünleriyle yapılmak zorunda değilmiş. Etli , sebzeli , tavuklu ve deniz mahsullü olmak üzere 4 ayrı çeşidi var. Ben elbette ki midye , kalamar , karides ve bol soğanla karıştırılmış deniz mahsüllü paella yedim. Lezzeti inanılmazdı , yapan kişi her gün tepsi tepsi paella yapmaktan artık işin üstadı olmuş , eşimle beraber yemeğin tadına doyamadık.
Oldukça büyük bir tabak paella için 6 Pound veriyoruz , tahta çatallarla pilavımızı yiye yiye çarşıda salınıyoruz , aklımda noodles var onu da sonraki yazıda anlatacağım. İngilizlerin mutfağı çok zayıf ancak Londra mutfağı çok zengin , Allahım yine kilo alacağım.
Afiyet Olsun. EAT RESPONSIBLY.
2 Mayıs 2010 Pazar
TARİHİ ADANA KAZANCILAR KEBAPÇISI
Cuma akşamı bütün şirket Kalamış'taki Tarihi Adana Kazancılar Kebapçısı'na gittik , 30 kişilik masa kurduk , yedik içtik ; yazması bana düştü. Okuyanlar sürekli şirketle yemekte olduğumu düşünecekler ama böyle denk geldi her zaman denk gelmez.
Kazancılar Kalamış sahilde parkı geçtikten sonra marinaya gelmeden solda 4 katlı bir bina. Aslında 1908 yılında Adana Kazancılar'da kurulumuş ayaklı bir kebap tarihi. 5 nesildir mangalı babadan oğula bırakmak yerine ustadan kalfaya bırakarak bugüne gelmişler.
Eşimle özellikle yazın terasında yemek yemek için giderdik ama epeydir gitmiyorduk , şirketteki arkadaşlarım bana yer tavsiye et deyince burası aklıma geldi , soluğu Kazancılar'da aldık. Verdiğimiz aranın Kazancılar'ı hiç değiştirmediğini gördük. Aynı dikkatli servis , aynı lezzetli Adana kebap ve harika içli köfteler.
Buradaki her kebabı her ara sıcağı ya da mezeyi övmek mümkün değil , gittiğinzde yemeniz gereken bazı özel lezzetleri var. Bunların başında elbette ki enfes Adana kebabı geliyor. Diğer kebaplara göre tadıyla hemen öne çıkıyor. Eh 102 yıldır yaptıklarına göre bu kadar güzel olmasına şaşırmamalı. Bir de kebaptan önce bir içli köfte geliyor ki parmaklarınızı yersiniz. İçli köftenin tadına bakmadan sakın geçmeyin. Adana kebap sevmeyenlere kuzu çöp şişlerini de önermek gerek zira bu kebapları da ortalamanın çok üstünde.İnce eti yassı olarak pişirerek sundukları Usta kebabı var ki denemediyseniz onu da pas geçmeyin Bir de burada verilen şalgam ile gavurdağı salatasının tadına doyum olmuyor. Bunlar dışındaki aşırı salçalı çiğ köfte , pide , meze çeşitleri gibi yemekleri övecek kadar özel bulmadığımı aklınızda tutun , gittiğinizde bunlara abanıp kebap gelmeden doymayın. Tatlılarında da özel bir lezzet yok hatta tatlıları kendileri yapmış dışarıdan mı geliyor anlayamadım , çok tavsiye etmiyorum.
Tüm bu lezzetlere güzel bir yaz akşamında 4.kattan görülen muhteşem Kalamış Marina manzarasını ve Kazancılar'ın servis elemanlarının sempatik servislerini de eklerseniz mutlaka gidilmesi gereken bir yer diye düşünüyorum.
Kazancılar muadil kebapçılara göre biraz daha ekonomik. Limitli içkili fiks menü 55 lira , normalde adambaşı içkili çıkacağınız fiyat da yaklaşık aynı. Bu nedenle fiks menülerden hoşlanmıyorum çünkü hem daha ucuz olmuyor hem de yemek istediğim istemediğim herşey önüme geliyor.
Kebap sevenlere mutlaka denemelerini tavsiye ediyorum.
Afiyet Olsun. EAT RESPONSIBLY.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)